İstanbul




Günler yıllar hatta asırlar geçerken, zoraki göçtüm bu şehirden,
Semalarına geldim defalarca yüksekten baktım,
Topkapıya, Beşiktaşa, Beylerbeyine ve Salacağa.
Nafile, vazgeçtim çiçeğinden,güzelinden sevgisinden.
Çünkü emanet beden bulmuş serseri bir ruhtum hep ben,
Elimi kolumu bağlasalardı keşke.
Denizine ve yeşiline uzanamasaydım.
Aklıma söz geçirmeseydim de tutsaydım Kız Kulesi'ni
Hangi mevsim göçtüm bilmem, hangi sabahtı ?
Ağlak bir rüzgarı alıp kucağıma öğretmeseydim, taşlarına yandığım aşiyanları.
Şimdi dokunamıyorum taşına ,toprağına öylesine bakıyorum yaşanmışlıklarına...
Uçmak meğerse ne güzelmiş, ne şanslı ne mutluymuş martılar.
Vapurları takip edip o yakadan bu yakaya uçup kahkahalar atarlar,
Ah bende keşke onlar gibi özgür kanat çırpabilsem...
Ama az kaldı önce şu zincirleri koparıp pırangaları bir kırabilsem,
Hücrelerimde zamanı eskitebilirsem,
Bir kanat takıp hayallerimle uçup döneceğim.
İliklerime kadar özledim, göz kapaklarım açılmıyor sensiz.
Simit telaşlarını alıp bırakacağım başucuna,
Ve birgün ineceğim doğancılar yokuşuna senden habersiz.
Dolu bir bulut olsam temizliğe saflığa gebe,
Sonra örtünsem üstüne yağsam gürlesem seni sarsam sereserpe.
Bu bulutlar yorganın olsa, güneş ise anan gibi hep sana doğsa;
Temizler mi kirletilmiş bedenini hep karlar yağsa ?
Yazık...İstanbulum dönülmez akşamın ufkunda mısın sende yoksa?
Bir yağmur olsam bulutlara gebe düştüğüm yerleri saysam, sarılsam, sarmalansam..
Ufkum zehir taciri bir kürek mahkumu.
Kepaze ettiğim herşeyi toplayıp derler gibi,
Kendinden geçmiş bir sokak çocuğu gibi,
Bir kar tanesine sığınabildim Aziz İstanbul'da
Koskoca Fatih bile dayanamadı senin aşkına.
Hangi kadırgalar girdi, hangi yelkenliler kanat açtı.
Hangi gemilerde hangi aşklar yaşandı senin limanlarında.
Benim limanlarım hep karanlık hep soğuk..
Birazcık umut bir tutam ışık biraz aydınlık iskele verir misin bana?
Halatlar bağlasakta bu gemi durmazdı limanda.
Sancak üstü esen rüzgar aşikardı toprağa.
Kaşımpaşa sırtına kadırga baskınlarında aydınlık lodoslara söz geçirmeyi bilmezdim.
Ve Moda gemisinden mendil düşüren yari bulmayı.
Titremeyi bilmezdim senin dizlerinde.
Bilmezdim gözlerimi saklamayı.
Nafilemiymiş senli olan sensiz seni özlenen geceler masalmıymış,

Ordamı kalmalıymış tüm kurulan düşler?
Doğrusu sensiz senimi yaşamakmış,
Yoksa bırakıp mavi sularına olmayan yunuslarımı aramakmış.
Belki bir gün yunuslar gelirler, belki bir gece dolu olur dizler,
Bu körelmiş bedende hiçbirşey sahte değil yaşadıklarım doğru, gecelerinde...
Seni istedim bu şehir, seni istedim...
Bilmeliydim.

Gerçeklerin tozuna üfleyip ve yakmak arzularımı , kanatlarımı.
Sessiz bir çekiliş arka sokalarına lal edip bütün kaldırımları.
Oysa ne gerçeklerin tozu üfleniyor, nede arzular o kadar kolay yakılabiliyor.
İstanbula kavuşmak ise destansı şiirlere mahkum bırakılıyor.
Hani bağıra taş basmak derler ya işte bu şehir bana bunu yaşatıyor.
Orta yerindeyim bu şehrin, ya bir tepesine çıkıp haykırırım,
Ya da inerim dipsiz kuyularına kendimi orada yakarım..
Yani ben şimdi kararların ötesindeki yol ayrımındayım.
Bir yanım kuyuları istiyor bir yanım haykırışları.
Kuytu kuytu sabah gizliyorum tepelerine.
Bağrına taş basıp Çamlıcanın etekelrine seriyorum arzularımı.
Seni istiyorum İstanbul seni istiyorum.
Sen beni gömsende şiirlere.....
Nasıl bir tutku bu sana duyulan, aşkında ötesinde.
Sanki bir alev bazen kor olmadan küle dönen.
Çokça üşüyorum sende veya yanıyorum ellerinde.
İstiyorum seni Bebekte arzunla yanıyorum Beylerbeyi nde.
Eminönünde kalabalığa karışıp, Galatadan seninim diye bağırıyorum.
Sesimi duyuyormusun bilmiyorum, sende benim misin diye bile soramıyorum.
Aklım uçurumlarında, içimde düşme korkularım.
Modadan aşağı salsam ümitlerimi,
Bir ada kırlangıcı tutar kollarımdan,
Yalpalayarak gelirim hisar kıyılarına.
Saçlarının arasına ellerim düşer,
Kemanda bir musiki, dilllerde bir güfte çalınır zamanlarında türkümüz.
Günlerin gece tutmuyor, zifiriler askıda.
Tembel bir vapurun taşıdığı sabah mahmurluğu yanaşmıyor iskelesine arzuların.
Demek isterdim hep bunları sonsuza kadar,
Ama sanki bitiyor bir şeyler içimde.
Tatlı bir kaç fısıltıyı bana çok gören senin rüzgarların...
Biliyormusun; dalgaları dindirdi içimdeki denizdesenden bana yar olmaz güzel istanbul.
Anladım...
...Ve anlattım kendime çizilmemişleri.
Beni itelediğin bu defter yaprakalrında,
Üzerine poyrazlar üfleyip seni tutuşturacağım.
Sen yanarken ben çok uzaklarda olacağım,
Dalgalrın dindiği yerde, senin istediğin yerde.
Bileğimde arzudan kelepçeler,
Sen siyah beyaz resimler içinde yokluğu sayıklayıklayıp beni anacaksın.
İstanbul kalandır eğer bir ayrılık oluyorsa.
İstanbul hep ardına bakandır.
Ne rüzgarına ihtiyacım bu dakikadan sonra,
Ne lodosuna ne kavuran poyrazına.
O kelepçelerde gevşedi İstanbul anlasana...
Sen istersen tüm kavuran rüzgarlarını,
Denizini aşklarını yazını kışını baharını kendine sakla.

Renkli resimlerini çekecek biri çıkacaktır nasılsa.
Ve İstanbul kalan değil bıraktırandır.
İstanbul ardından baktırandır.
Beni kendi içinde sen durdurdun, topla rüzgarlarını..
Kelepçelerimde gevşerken sıktın bileklerimi,
Damarlarımda ince bir sancı bırakıp;
Kendimi saklayıp rüzgarlara, avucum içinde poyrazlarım,
Bir siyah-beyaz resim içine atıyorum kendimi prangaların olmadığı...
Kanattın be güzel şehir.
Çok mu merak etmiştin benim kanımı,

Oysa herkes gibi benimki de kırmızıydı.
Keşke yarım bırakmasaydın, şah damarıma da batırıp çıkartsaydın.
Mmarmarayı boğazı sen kızıla boyasaydın.
Günler yıllar hatta asırlar geçerken, zoraki göçtüm bu şehirden.
Semalarına geldim defalarca yüksekten baktım.
Sustum, susturuldum zoraki.
Beni gömün, beni gömün kanlıcada bir sesssizliğe...
Defalar kezler yineler...
Kabristanların mezarlıkların sen ve selviler.
Eyüb'ün hep beni çekerde neden bu ayaklar gidemezler.
Senin gibi bir duygu ve sevgi şehri ve içinde yaşanmış tüm sevgileri,
Bir tek bana mı gülmez birtek beni mi sevmezler?
Kırık kantlarımda ölüm,
Tenimde yitmiş bir yar kokusu ve Üsküdar...
Salacağa tutturduğum geçmişlerim ve adalar.
Sırtımda anılar ve ve sırtımda İstanbul.
İçimde sevgiler yarım, yaşanmışlık namına eksik sevdalar.
Tuttuğun yerde durmak, durduğun yerde ölmek,
Ayakların sarhoşluğunu mezarlara sindirmek.
Hayali sakla, düşlerinde uyut,
Bir buse kondur rüyalarıma ve kefene sok.
Çengelköyde bir balıkçı barınağında adı konmamış bir sandala göm.
Yinede süründürürsün öldürmesin.
Adı konmamış o sandalı bulsam içinde ölsem desem,
Sandalıda elimden çeker dalgalı sularına çekersin.
Ben sevda çekeyim sevda tepesinde,
Kendimi çarpıyım caddelerine yinede öldürmessin yinede öldürmessin.
Genzimde taze bir suskunluk beliriverir,
Dalgalar çektikçe içine kaybolur mabetlerin.
Öldürsemde ölmezsin...
Dar gelir caddelerin ve çırpınışlarım yersiz bir gidiş zamanı tutuşturur elime.
Haremlerime gizlediğin gidişler dolar yüreğime,

Eeyyy sevdalım eyy güzelim İstanbul.
Ne olur artık korkak alıştırmada şu elini,

Yazdığın idam fermanımı uygula kes bileklerimi.
Koskoca İstanbul da kaybolacak nasılsa bir ben değilim ki...
Ben sandallarda bulamam, yüzerek adalarınada çıkamam.
Gücüm yok takatim hiç kalmadı yokuşların çok dik ben başaramam.
En iyisimi bulutlarına çıkayım yine sana oradan bakayım,
Boğulayım kanımda , kadehlerinde.
Elimde idam fermanım kalayım satırlarında, bekleyeyim seni.
Yüzümdeki tebbessümlerim, içimdeki arzularımla hatırla beni...
İstanbul;
Unut beni, unut beni gömdüğün yeri...

SHARE ON:

2 yorum:

  1. Ah İstanbul İstanbul olalı, hiç görmedi böyle bir Aşkı..
    ;)

    Yüreğine sağlık..
    :)

    YanıtlaSil

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.